ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA
-
-
ERSAĞ RESMİ WEP SİTESİ DEĞİLDİR
-
-
RESMİ ERSAG WEP SİTESİ DEĞİLDİR
-
URFA TARİH
Urfa, eski çağlardan beri doğu ile batının buluşma noktalarının en hareketlisi ve en önemlisi olmuştur. Doğu ile batı dünyasını kültür ve ticaret bakımından birbirine bağlayan eski ve önemli yollar sisteminin bir düğüm noktası oluşu, bütün bu bölgede çok eskiden beri parlak bir medeniyet seviyesine ulaşmış kentlerin kurulmasını hazırlamıştır. Harran, Urfa, Suruç, Birecik, Samsat ve Rakka gibi, ne zaman kuruldukları bilinmeyen kentleriyle dünya medeniyetinin en eski ve büyük merkezlerden birini oluşturan bölgemizin eski çağlardaki ticari ve askeri ulaşımını sağlayan yollar: Güneydoğudan kuzeybatıya doğru, Zagros Dağları'nın eteklerini izleyerek, Dicle boyunca uzanan ve Yeni Assur döneminde Kral Yolu adını taşıyan ana yol; Güney Mezopotamya’dan Dicle’yi izleyerek gelip, Musul yoluyla Sincar’a, Nisibis’e (Nusaybin) ve Râ’s el-Ayn üzerinden Harran ovasına, buradan da Fırat’ı Karkamış’ta aşarak kuzeybatı ve güneybatıya ayrılmaktaydı
Anadolu’daki güvenliği sağlamak ve siyasal alanlarda güçlenmek amacına yönelik olarak, Mitanni ile Hitit ülkeleri arasında bir tampon bölge oluşturan Kizzuvatna Kralı şanuşşara ile bir andlaşma yapıp, bu ülkeyi de yanına alan I.Şuppiluliuma’nın, Mitanni ülkesine ikinci bir sefer düzenleyerek başkent Vaşşuganni’yi yağmaladığı görülür. Tuşratta, her nedense kesin bir savaştan kaçınır ve bu durum Hitit kralının Kuzey Suriye’yi yağmalamasına, Halep’i M.Ö. 1377 yılında tekrar Hitit hâkimiyetine sokmasına sebep olur. Büyük bir hezimete uğrayan Tuşratta, istemiyerek de olsa, Fırat’ın batı kısımlarını Hititler’e bırakmak zorunda kalır. Bu dönemde Tuşratta için Hititler’den sonra ikinci bir potansiyel tehlike ise, Assur kentinde filizlenmekteydi. Mitanni karşıtı olan gruplar güçlenmişler ve Assur prensliğine Eriba-Adad’ı getirmişlerdi. Bu prens, göreve gelir gelmez, Mitanni bağımlılığından kurtulmak için bütün gücüyle çalışmaya başlamıştı.
Roma, imparatorluğun her tarafında (Urfa bölgesi de dahil) topraklarını korumak için karakollar kurar. Özellikle bu karakollar, Doğu'da iranlılar ve bedevilerin akın ve baskınlarını kontrol altında tutuyordu. Bu amaçla imparator Septimius Severus, 197 yılında Parthlar'a karşı bir askeri sefer esnasında Halfeti ile Urfa arasında, Eski Hisar, Büyük Keşişlik ve Ank Köyü'nde birer kale, Uzunburç, Tatburcu, Sayburç, Beyburcu ve Kızılburç'da ise birer gözetleme kulesi yaptırır. Bu tür yapılar daha çok Halfeti-Suruç ve Urfa üçgenindeki alanda yapılmış olup, kalıntılarını görebilmek mümkündür.
Araplar, Yukarı Mezopotamya’yı burada oturan kabilelere göre; Diyâr-ı Mudar, Diyâr-ı Rabia ve Diyâr-ı Bekr olmak üzere üç kısma ayırdılar. Bunlardan Elcezire de denilen Diyâr-ı Mudar’ın merkezi Harran, diğer kentleri ise Urfa, Rakka ve Suruç idi. Diyâr-ı Bekr’in merkezi Meyyafârikin (Silvan), diğer kentleri ise Amid (Diyârbakır), Mardin ve Erzen idi. Diyâr-ı Rabia’nın merkezi Nusaybin, diğer kentleri ise Sincar, Râ’s el-Ayn (Ceylanpınar), Beled, Dârâ, Habur, Cizre idi.
Bu sıralarda Mardin'deki 5. Tümen Komutanı Yarbay Kenan Bey tarafından özel görevle Urfa'ya gönderilen Seyit Mehmed Efendi adındaki görevli, verdiği raporda, "Urfa'da iki cemiyet, iki fikrin bulunduğunu, Mutasarrıf, Şükrü Nasih Bey (Son Osmanlı Meclis-i Meb'usan üyesi) ve arkadaşlarının bir harekât-ı ihtilaliye yapılmayarak siyasi çatışmada bulunmak, diğerlerinin ise bir kıyım yapmak fikrinde bulunduklarını" belirtiyordu. Bu son görüştekiler Binbaşı Ali Rıza Bey’in görüşlerini paylaşanlardı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey kendisinin, Fransızların tutuklamaları üzerine firar eden Binbaşı Ali Rıza Bey’in "memleketin başına bir felâket getirecek mahiyette işlere kalkıştığından, fikrini iştirak eylemediğini" Kenan Bey'e bildiriyor, şu sıra ayaklanmanın doğru olmayacağı görüşünü savunuyordu. Mutasarrıf Ali Rıza Bey’in bu yumuşak tavrı, milli mücâdele yanlılarını rahatsız ediyor, sözgelimi Milli aşireti reisi Mahmûd Bey’in "Mutasarrıf Ali Rıza Bey, â'mal ve maksad-ı milliyi tecviz etmiyor, â'mal-ı milliyeyi takip edenleri tenkid ediyor" biçiminde 13. Kolordu'ya yakınmasına neden oluyordu.
Binbaşı Ali Rıza Bey’in yerine Urfa Jandarma Komutanlığı'na atanan Yüzbaşı Ali Saip Bey, Aralık ayı sonunda Urfa'ya geldi. Emekli Binbaşı İhsan Bey, Harran Kaymakamı Şevket Bey, Baytar Müfettişi Adil Bey, Meclis-i Meb'u-san azası Ali Efendi, Belediye Reisi Hacı Mustafa Efendi, Barutçuzâde Hacı İmam Efendi ve Bedirağazâde Halil Ağa ile görüştü ve ayaklanma düşüncesini onlara açtı. Onlardan tasvip görünce, 15 Ocak'ta bir ayaklanma planı hazırladı. Buna göre, 15 Ocak günü saat 8'de aşiret reisleri Urfa, Telebyâd ve Arappınarı'ndaki Fransız işgal kuvveti kumandanlıklarına birer ültimatom verecekler ve Fransızlara Urfa'yı boşaltmaları için 24 saat mühlet tanıyacaklardı. Fransızlar ültimatomu reddettikleri takdirde Aneze aşireti reisi Haçım Bey, şimendifer hattının Siftek ile Fırat arasını tahrip ederek telgraf hatlarını kesecek, Suruç aşiretleri Suruç ve Arappınarı'ndaki Fransız kuvetlerini püskürtecek, Dögerli, Badıllı, merkez sancağına bağlı aşiretlerle Kuva-i Milliye ve jandarma kuvvetleri de Urfa'daki Fransız kuvvetlerini çıkaracak ve Urfa ile diğer yerler arasındaki telgraf hatlarını keseceklerdi. Aşiret reislerinin Fransızlara verecekleri ültimatom metni şu şekilde hazırlanmıştı:
Nisan ayı başlarında, bekledikleri yardımdan ümitlerini kesen Fransızların erzakları bitmiş, Urfa'yı boşaltmayı düşünür olmuşlardı. Ancak öyle bir formül bulunmalıydı ki, Urfa'yı "Fransa'nın şerefine uygun" bir şekilde boşaltmalıydılar. Bulunan formül de şuydu: Urfa'daki Ermeniler, Fransızlara açlığa düştükleri gerekçesiyle başvuracaklar, Fransızlar da onların hatırı için Urfa'yı boşaltacaklardı. Urfa'daki Ermeni cemaati, Fransızların bu formülüne itiraz ettiler. Eğer böyle birşey olursa Urfalılar, "Fransızlar Ermeniler için geldiler, yine onların hatırı için Urfa'yı terkediyorlar" diye düşüneceklerdi ve bu da Ermeniler için çok kötü olacaktı. Sajous, teklif yaptığı Ermeni cemaati liderlerinden Dr. Beşliyan'a "Doktor, bundan böyle bu Ermeni kalbidir" diyerek kalbini göstermesine rağmen, Ermenileri ikna edemedi. Dr. Beşliyan diyordu ki, "Velhasıl anladık ki, Fransızlar bizi kurbanlık koyun gibi Hacı Mustafa'ya bırakıp kendileri şerefle sıvışmak peşinde. Yani kasap yağ derdinde, keçi can derdinde."
İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı (politeist) dinler ile tek tanrılı (monoteist) dinlerin de önemli merkezlerinden biridir. Assur ve Babil dönemlerinde; Ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı politeist bir din olan Paganizm'in baştanrısı "Sin"in mabedi Harran'da bulunuyor ve Soğmatar bu dinin önemli bir merkezi şehri sayılıyordu. Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinleri peygamberlerinin atası olan Hz. İbrahim (A.S.) Şanlıurfa'da doğmuş, Nemrut ve Halkının taptığı putlarla mücadele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını görmüş ve daha sonra Şanlıurfa'dan Sodom'a doğru yola çıkmıştır. İbrahim Peygamber'in torunu ve İsrailoğullarının atası Yakub Peygamber Harran'da evlenmiş, Eyyub Peygamber Şanlıurfa'da hastalık çekmiş ve Şanlıurfa'da vefat etmiştir. Hz. Eyyub'u arayan Elyasa' Peygamber O'nun yaşadığı Eyyub Nebi Köyü'ne kadar gelmiş, ancak kendisini göremeden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber, Harran'a 37 km. mesafedeki Şuayb Şehri'nde yaşamış, Musa Peygamber, Şuayb Şehri yakınındaki Soğmatar'da Şuayb Peygamberle buluşmuştur. İsa Peygamber, Şanlıurfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mûcizevi portresini Urfa Kralı Abgar Ukkama'ya göndermiş, Hıristiyanlık devlet dini olarak dünyada ilk defa bu dönemde Şanlıurfa'da kabul görmüştür. Bütün bu peygamberlerin Urfa ile ilgisinin bulunması nedeni ile Urfa'nın bir adı da "Peygamberler Şehri"dir. Bütün bunlardan, Şanlıurfa'nın dinler tarihi ve inanç turizmi yönünden Mekke ve Kudüs'ten sonra dünyanın önemli inanç merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Harran-Han el-Ba'rür yolunun 15. ve 16. km.'lerinde, yolun solunda ve sağındaki dağlarda tarihi taş ocakları bulunmaktadır. Bunlardan 16. km.'de yolun sağındaki köy içersinde "Bazda", "Albazdu", "Elbazde" ya da "Bozdağ" Mağaraları adıyla anılan iki taş ocağı görülmeye değer özellikler taşımaktadır. Çevredeki Harran, Şuayb Şehri ve Han el-Ba'rür yapıları için yüzlerce sene taş alınması neticesinde her iki mağarada çok sayıda meydan, tünel ve galeriler meydana gelmiştir. Bunlardan büyük olanı, yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 metreye varan ayaklar bırakılarak ortada meydanlar oluşturulmuştur. Ayrıca uzun galeri ve tünellerle dağın çeşitli yönlerine doğru çıkışlar sağlanmıştır. Çok geniş bir alana yayılan dağın dış cephelerinde taş kesilmesi nedeniyle büyük oyuklar meydana gelmiştir. Anadolu'nun belki de en büyük, en gizemli ve gezilmeye değer bu tarihi taş ocağının belli bölümlerinin 1250 yılında "Abdurrahman el-Hakkâri", "Muhammed İbni Bakır", "Muhammed el-‘Uzzar" gibi şahıslar tarafından işletildiği, kayalara yazılmış Arapça kitabelerden anlaşılmaktadır.